10 Ocak 2010 Pazar

Genç işsizler ülkesi...

Fikri Sönmez

Her dört gençten birinin işsiz olduğu, üniversite mezunu olmanın bile iş garantisi sağlamadığı, binlerce gencin ölümünün ‘terörle mücadele’ adı altında meşrulaştırıldığı, yaşarken ezilen, işsiz, eğitimsiz, geleceksiz bırakılan gençlerin, öldükten sonra ‘şehit’ adı altında kahramanlaştırıldığı bir ülkede genç olmak pek de kolay değil.

Bugün lise sıralarında eğitim gören, bir üniversite kazanmak için çalışan gençlere neden üniversitede okumak istedikleri sorulduğunda, çok büyük çoğunluğunun cevabı, ‘gelecekte bir iş bulabilmek’ oluyor. Çünkü yaşadığımız ülkede üniversiteler nitelikli, bilimsel eğitim veren, gençleri sosyal ve kültürel olarak geliştiren kurumlar değil, devletin, polisin, dekanların baskılarının hakim olduğu, sadece diploma vermekten ibaret kurumlar olarak karşımızda duruyorlar.
Bu tablonun daha trajik olan tarafı ise, bir meslek umuduyla uzun süren bir maratonun ardından üniversiteye gelen gençlerin ilk günlerinde kendilerine söylenen ‘burada olmanız size bir iş garantisi sağlamıyor, hatta büyük çoğunluğunuz mezun olduktan sonra diplomalı işsizler olacaksınız’ cümlesinde saklı.

Bu yılın Mart ayında yüzde 27.5, Nisan ayında yüzde 26.5, Mayıs ayında yüzde 24.9 olan genç nüfusta işsizlik oranı, Haziran ayı itibariyle yüzde 23.7'ye geriledi. Ancak geçen yılın Haziran ayındaki yüzde 18'lik oran dikkate alındığında, genç nüfustaki işsizlik oranı 5.7 puan artış gösterdi.

15-24 yaş arası genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 20. Genç işsizler arasındaki üniversite mezunu oranı da yine yüzde 20. Es kaza bir iş bulabilen gençler ise her an işten çıkarılma, bir iş kazası adı altındaki cinayete kurban gitme gibi tehlikelerle karşı karşıya.

Bugün ülkemizde sayıları 1 milyona yaklaşan genç işsizler, toplam işsizlerin üçte birini oluşturmaktadır. Yani, işsiz her üç kişiden birisi gençtir. Üniversite mezunu işsizlerin sayısı ise, TÜİK verilerine göre, 109 bin kişidir. Üniversite mezunu işsizler içinde kadınların sayısı dikkat çekici bir biçimde yüksektir. Nitekim işsizlik verilerine bakıldığında, kadınların eğitim oranları yükseldikçe hem işgücüne katılma oranı artmakta hem de işsizlik oranı yükselmektedir.

Bir yanda birçok üniversite açılıp binlerce üniversite mezunu işsiz yaratılırken, bir yandan da üniversiteye girebilmek için birçok genç, ÖSS gibi bir duvarı aşmak için çabalıyor. Birçoğu da bu engeli aşamıyor. Bu duvarı aşamamanın da sorumluluğu kişinin kendisine yükleniyor. Yine üniversite mezunu olan birinin iş bulamamasının “suçu” da aynı mantıkla bireye yükleniyor.

Tabii ki üniversitelerimizde kontenjanlar arttırılmalı, yeni üniversite ve bölümler açılarak yüksek öğrenim hakkından bütün gençlerin faydalanması sağlanmalıdır. Ancak tek başına kontenjanları arttırmak, mezun olacak gençlere yeterli oranda istihdam olanakları sağlamamak bir çözüm olmayacağı gibi, alanında yetişmiş eğitimli işsizler ordusu yaratmak gibi bir sorunu da beraberinde getirecektir.

Kapitalist küreselleşmenin ve esnek üretim biçiminin bir gereği de, her düzeyde göreve uygun yetiştirilmiş, yeni üretim biçiminin gereklerine uygun olarak rekabet ve verimlilik esasında çalışabilecek nitelikli işgücü yaratılması olduğu kadar, bu nitelikli işgücünün emek değerinin de düşük olmasıdır. İşte bu noktada karşımıza, daha alt yapısı bile tam olarak hazırlanmadan ortaya çıkan üniversiteler ve binlerce mezun genç işsiz çıkıyor.

Ahmet Altan, Taraf gazetesindeki bir yazısında aşağıdaki satırları yazmıştı:
“İnsanlar basit gerçekleri unutuyorlar. Bu ülkeyle ilgili basit bir gerçek söyleyeyim size, Türkiye’de ‘otuz yaşın altında’ kırk milyon genç yaşıyor. Söylediğim bu ‘basit’ gerçek belki bizi Avrupa’nın ‘en genç’ ülkesi yapıyor, ama aynı zamanda ‘belaya’ da en açık ülkesi yapıyor. Kırk milyon gencin çok büyük çoğunluğunun bir mesleği yok. ‘Sen kimsin’ diye sorulduğunda, bu çocuklar ‘tesisatçıyım, mimarım, mühendisim, duvar ustasıyım’ diye cevap veremiyorlar, kim olduklarını anlatmak için ‘dinlerini ya da ırklarını’ söylemek zorundalar. Bir meslek sahibi değilsen bir ırk sahibi olmak zorundasın çünkü. Aslında eski işlerin, eski mesleklerin kaybolduğu, yeni mesleklerin ortaya çıktığı, işsizliğin çok arttığı ‘küreselleşme’ döneminde dünyanın birçok yerinde ‘ırkçı’ partilerin artmasının önemli nedenlerinden biri de belki bu. Mesleksiz insanlar, genellikle entelektüel bir derinlikten de yoksun olduklarından, ırkçılığın ve faşizmin katarına atlamak mecburiyetinde kalırlar.”

Bu yazıda dinsel ve etnik gerginliklerin yalnızca ekonomik temellerle açıklanmasına katılmasam da, bu faktörün de etkisi göz ardı edilemez.

DTP’nin kapatılmasının ardından Beyoğlu’nda yaşanan provokasyonda elinde silahla gençlere ateş eden birinin ‘ben işsizim para verdiler yaptım, sonuçları beni ilgilendirmez’ diyerek kendini savunması, ekonomik hassasiyetlerin nasıl istismar edildiğini gözler önüne seren bir örnektir.

Bugün her dört gençten birinin işsiz olması, kahveleri emeklilerin değil en verimli çağlarındaki gençlerin doldurması, her an istismara ve 'belaya' açık binlerce gencin olduğunu da bize gösteriyor.

Google’da işsiz gençler yazdığımızda karşımıza çıkan birkaç haber şöyle:
• İşsiz genç intihar etti
• İşsiz genç ailesini katletti
• İşsiz gençlere iş imkanı
• İşsiz gençlere ABD’de yaşam şansı

İlk iki başlık işsizliğin bir genci nasıl bir psikolojik boyutun içine soktuğunu yüzümüze çarparken, üçüncü ve dördüncü başlıkların içeriğine baktığımızda ise devletin işsiz bıraktığı gençlerin birilerince nasıl bir sömürülme aracı olarak kullanıldığını, mahrumiyetlerinin nasıl istismar edildiğini görüyoruz.

Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre Hakkari yüzde 18.3 işsizlik oranıyla işsizliğin en yüksek olduğu illerden biri olarak açıklamıştı. Ancak Hakkari Ticaret ve Sanayi Odası TÜİK i yalanlayarak bu oranın çok daha fazla olduğunu, ilde yaşayan gençlerin yüzde 40’ının işsiz olduğunu söyledi.

Yine TÜİK’ten yapılan açıklamaya göre 15-24 yaş arasındaki nüfusta işsizlik oranı Eylül 2008’de yüzde 20.6, Eylül 2009’da ise yüzde 24.3 olarak gözüküyor.

Bütün bunların yaşandığı, ülke ekonomisinin yarıdan fazlasının eğitim ve sağlık gibi sosyal hizmetlere değil, Diyanet İşleri Bakanlığı ve TSK’ya aktarıldığı, kendine sol diyenlerin sessiz kaldığı, hayatı sadece anlamakla yetindiği, değiştirmeye çalışmadığı bir ülkede işsiz kalan, cinnet geçiren, kahveleri dolduran, çeteleşmelere meyilli hale gelen bir gençlik de doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.

Yıllardır genç nüfusuyla övünmeyi, Avrupa’nın en genç ülkesi olduğunu sürekli olarak belirtmeyi bir devlet politikası haline getirmiş bir ülkede, o gençleri işsizliğe mahkum etmek, ölümlerini iş kazası, terörle mücadele gibi kılıflarla meşrulaştırmak, bir bunalım kuşağı yaratmak hiçbir vicdanın, özellikle de sol vicdanın kabul edebileceği bir şey değildir.

İşsizliğin arttığı, binlerce işçinin işten atıldığı, üniversite mezunlarının bile iş bulamadığı, bir şekilde iş bulup çalışan genç kesimin de her an işten atılma tehlikesi yaşadığı; sosyal haklarının kısıtlı olduğu, iş güvenliğinin kalmadığı ve genç işsizlerin gün geçtikçe arttığı günümüz koşullarında bu duruma en çok tepki göstermesi gereken sol, susarak suça ortak olmayı seçiyor.

Uzun süredir ‘yesinler birbirini’ diyerek birçok konuda sessiz kalmayı seçen solun bu kritik ve hayati konuda da etkin ve güçlü bir toplumsal muhalefeti örememesi, bugün yeni ve kitlesel bir sola duyulan ihtiyacı da gözler önüne seriyor.

Artık işsiz gençlik gibi toplumsal kesimlerin ihtiyaçlarına da karşılık verebilecek yeni bir politik gençlik örgütlenmesine olan ihtiyaç her geçen gün daha yakıcı hale geliyor. Bu örgütlenmeyi hayatın içinden, alanın gerçekçi ihtiyaçlarını ortaya çıkararak kurmak gerekiyor. Hayatın dışından, hayattan kopuk teoriler üzerinden değil, bu ihtiyaçlar üzerinden kitlesel mücadeleyi örgütleyecek yeni ve özgürlükçü bir sol, hem sola hem de topluma soluk aldıracak bir iradeyi oluşturabilecektir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder