8 Ocak 2011 Cumartesi

AKP’nin oyununu bozalım

EDP Genç tarafından 07 Ocak Cuma günü Ufuk Uras ile 'Çok dilli eğitim, çok kültürlü yaşam' konulu bir söyleşi gerçekleştirildi.

Beyoğlu ilçe örgütünde yapılan söyleşi öncesi EDP’li Gençler adına Cihat Demirtaş iki gün önce doğum günü olan Ufuk Uras’a EDP renklerinden yapılmış mor ve sarı renkte iki biblo bisiklet hediye etti.

Ufuk Uras, çok dillilik konusunda bütün partilerin aynı şeyleri söylediğini, sadece bireysel haklara evet dediklerini anlattı ve “Bizim farkımız topluluk haklarını da savunmamız. Ben meclis dış ilişkileri komisyonundayım, Karadağ’dan heyet geliyor, orada 5 dil konuşuluyor ve hiçbir sorun olmuyor” dedi. “Türkiyelilik kavramına 'etnik siyaset yapılıyor' gerekçesiyle karşı çıkıp, Türklük vurgusu yapanlar tersten bir ırkçı yaklaşım içine girmiş olmuyorlar mı? ‘Etnik’ kelimesi ‘kaka’ kelime olarak algılanıyor, halbuki bu tek başına milliyetçiliğe vurgu yapmıyor.” dedi.

İnternette 700 küsur dil varken dil yasağını savunmanın doğru olmadığını vurgulayan Uras, “Kılıçdaroğlu’nun ‘açılıma lanet’ politikalarına, ‘şehitler ölmez’ politikalarına karşı çıkmak gerek. Bunların zihniyetini değiştirmek, anayasanın değişmez maddelerini değiştirmekten daha zor.” dedi.

Solun, kimliğinden yoksun olanlarla, yoksulların mücadelesini birleştirmesi gerektiğinin altını çizen Uras, referandumda alınan farklı tavırlar nedeniyle sol içi tartışmalara boğulmanın doğru olmadığını belirtti. Solun referandumda ne yapmış olursa olsun, önümüzdeki seçimde yeni anayasa isteyen tüm güçlerin birliğini sağlaması gerektiğini belirtti.

Ufuk Uras konuşmasını şöyle sürdürdü;

SOL İÇİ KIŞKIRTMALARA DİKKAT

Solun yaptığı iyi şeyleri görmeyen, göstermeyen bazı televizyon ve gazetelerin son zamanlarda sol içi tartışmaları kışkırtmasını doğru bulmuyorum. O nedenle de bu tür programlara davet edilmeme rağmen katılmadım. Berlusconi ‘en büyük örgütüm televizyonlardır’ diyor, Türkiye’de de AKP ve CHP için aynı şey geçerli. Kelâm tekelini aşmak için yüz yüze ilişkiler çok önemli.

EDP’NİN TAVRI GÖRMEZDEN GELİNİYOR

Reel sosyalizmi aşan sosyalistler ile reel sosyal demokrasiyi aşan sosyal demokratların tarihsel buluşması ile kurulan EDP çok önemli.

Politika sözü örgütleme sanatı, ancak söyleyecek sözü olmayanların işi zor. Bizim sekterizm ve fanatizmin olduğu yerde işimiz olmaz.

EDP’nin referandumdaki tavrını da görmezden gelmek istiyorlar. Bize de ‘yetmez ama evet’çi diyorlar. Oysa biz ‘AKP zihniyetine hayır, referandumda evet’ dedik. Bir de bize mal edilen bir şey daha var, biz hiçbir zaman “hayır diyenler Ergenekoncudur” demedik. Hayır diyen herkes Ergenekoncu değildir. Ama ‘hayır çıkarsa bundan Ergenekoncular yararlanır’ dedik. Bu çok farklı bir şey.

Daha yeni Mutki de insan kemikleri çıktı. Hâlâ bu olanlara ‘fasa fiso’ mu diyecekler. 300 haftadır eylem yapan Cumartesi Anneleri’nden utansınlar.

Bizim için referandumda özellikle 145. Madde çok önemliydi. O geçmeseydi bugün Balyoz gibi davalarda yargılananlar belki de dışarı çıkarılacaktı.

Referandum sonucundan AKP de yararlanmıştır, ama AKP de yararlanacak diye demokratikleşme yönündeki kısmi de olsa adımlara karşı mı olmak gerekir? Daha önce de MHP zamanında idam cezası kaldırıldı, daha birçok değişiklikler oldu, onlara da düzenlemeyi yapandan dolayı karşı mı olacaktık?

OTURA OTURA HEMOROİD OLDULAR

NTV’de Gündüz Vassaf bir programda ABD’de bir yurttaşın başvurması ile okullardaki sabah duasının laikliğe aykırı olduğu için kaldırıldığını söyledi.

Fikri Sönmez’in ailesi ile Fatsa’da Kenan Evren Caddesi’nin adının değiştirilmesi için yaptığımız girişim de bu açıdan önemliydi. ‘Bundan bir şey olmaz’ boş vermişliğine kapılmamamız gerekiyor. Sol içinde kendiliğindenciliği aşmak gerekiyor. Orada da caddenin adının ‘Sevgi Caddesi’ olarak değişmesini sağladık.

Her gün bana “suç duyurusunda bulundunuz da ne oldu?” diye mailler geliyor. Rahmetli babaannem de, ‘bu kadar uğraşıyorsunuz da ne oluyor?’ derdi. Bazıları otura otura hemoroid oldular.

HOMOPOLİTİCUS’U YARATMAMIZ LAZIM

Hoca’ya sormuşlar, ‘dua ederken sigara içebilir miyim’ diye, ‘olmaz’ demiş. Peki, ‘sigara içerken dua edebilir miyim’ demişler, ‘bak o olur’ demiş. Yani dil ve üslup çok önemli.

Bizim ‘homopolitikusu’, yani cemaatlerin, grupların, hiziplerin dışında kendi özgür iradesiyle siyaset yapacak insanı yaratmamız gerekir. Siyaset profesyonellerin yaptığı bir iş olmaktan çıkmalı, herkesin katıldığı, içinde olduğu bir hale getirilmeli.

Geçenlerde oğluma ‘fikri etkilenme altında kalır mısın’ dedim, ‘hayır kimse benim fikirlerimi etkileyemez’ dedi. ‘Bu çay bardağını düşünme’ dedim, onu düşünmeye başladı. İnsanlar da böyle, kendilerine ait olmayan şeyleri düşünmeye başlıyor.

BİRARADA YAŞAM ÖNEMLİ

İngiltere’de Pakistanlılar ve Türklerin camileri ayrı. Divriğililer her yıl pilav günü yapar, Aleviler ayrı, Sünniler ayrı. Bunları aşmak gerekiyor. Özcü teoriler, ‘Aleviler şöyledir’, ‘Kürtler böyledir’ diyerek toptancı yaklaşımlar geliştirir. Bunlar da çok dilli, çok kültürlü yaşamın önündeki engellerdir.

Bizim de kendi benzerlerimizle toplandığımız ortamları aşmamız gerekiyor.

Bir arada yaşam kültürünü savunup kendi içinde bir arada yaşamayı, farklı fikirleri kabul etmeyi beceremiyorsan toplum sana nasıl inanacak. Farklı fikirlere karşı olup çoğulcu olduğuna insanları nasıl inandırabilirsin. Farklı fikirlerin zenginleştirici olduğunu görmek gerekir.

TEKNOSOL LAZIM

Gelirken yolda Teknosa’yı görünce aklıma Teknosola da ihtiyaç olduğu geldi. Teknolojiyi en iyi şekilde kullanmak gerekiyor. Geçenlerde biliyorsunuz KIlıçdaroğlu bir gaf yaptı, Lefter kalecidir diye. Ben de Fenerbahçeliyim ya, o nedenle Twitterdan bir mesaj yayınlayacaktım “Benim adım Kemal, Lefter kalecidir diyorsam, kalecidir.” diye.

Kendini örgütleyen fikirler ayakta kalır. Bunu da sağlayacak olan gençlerdir. O nedenle bu konuda gençlere güvenimiz tamdır.

Yaratıcı fikirler ve eylemler geliştirmek çok önemli. Mesela, Bulgaristan’da Todor Jivkov zamanında herkesin isimleri değiştirilmek isteniyor. Sadece Roman vatandaşlar buna direniş göstermiyor ve ‘Tabii olur” deyip, hepsi çocuklarının adını “Todor Jivkov” yapıyor. Sonradan bunun aslında nasıl bir sivil itaatsizlik olduğunu anlayıp, “Todor Jivkov” ismi vermeyi yasaklıyorlar.

Meksika’da herkes örgütlenip aynı anda kredi kartı borçlarını ödemiyor, bankalar zora düşüyor. Kanada’da topluca lüks bir restauranta gidip, yiyip içip, hesap istiyorlar, sonra da ‘IMF ödesin’ diyorlar.

AKP’NİN OYUNUNU BOZALIM

AKP’nin oyunu kendini dünyaya değişimin tek temsilcisi gibi göstermesi. Bu oyunu bozmak gerekiyor. Gençlere karşı gösterdikleri şiddet ve hoşgörüsüzlük, anadil tartışmalarında aldıkları milliyetçi tutum AKP’nin ne kadar demokrat olduğunu gösteriyor. Madem liberalsiniz, bırakınız konuşsunlar, bırakınız yürüsünler…

YÖK Düzenine Karşı Herkes İçin Eşitlik ve Özgürlük!


YÖK düzenini nasıl değiştirebiliriz?

Sorunları saymakla bitiremeyebiliriz belki, ancak şu açık ki bugün YÖK otoriter, baskıcı anlayışın devamı anlamına gelmektedir ve buna üniversitelerin ticarileşmesi eklenmiştir. Bu köhnemiş kurumla demokratik, özgür bir üniversite inşa edilemez. YÖK’ün reforme edilmesi de yeterli değildir; üniversitelerarası Kurul tüm eş güdüm işlevini yerine getirecek yeni bir örgütlenme gerçekleştirmelidir.

YÖK, 12 Eylül 80 askeri darbesinin ardından otoriter devlet felsefesi çerçevesinde üniversiteler üzerinde bir baskı, kontrol ve denetim mekanizması olarak kuruldu.

Gençliği potansiyel suçlu, tehlikeli, bölücü gibi kavramlarla kategorileştirmiş otoriter, antidemokratik zihniyetin önlem aracı olarak YÖK, kuruluşundan bugüne üniversiteleri baskı altında tutmak, özgürlük alanlarını alabildiğine daraltmak olan temel hedefini başarıyla uygulamayı sürdürdü. Üniversitelere yasak kitap listeleri gönderen bu meşhur kurum yasakçı kimliğini bugün de tüm şanıyla üzerinde taşıyor. Yöneticiler, iktidarlar, hükümetler değişti ancak YÖK özgürlük ve bilim merkezleri olması geren üniversiteleri alanında yetişmiş diplomalı işsizler ordusu yaratmaktan başka bir işlevi olmayan otoriter kurumlar haline getirerek kamusal ve demokratik bir üniversitenin önündeki en önemli engel olarak varlığını devam ettirdi.

Bugün, ‘Tek vatan, tek millet, tek bayrak’ diyen hükümet tek tip öğrenci, tek tip hoca, tek tip üniversite istiyor. Sivil polisler ve özel güvenlik birimleri ile farklı düşünenin fişlendiği, yargılandığı, dışlandığı bir üniversite yaşamı dayatılıyor. Özel güvenlik görevlileri, sivil polisler, kameralar, parmak izi uygulamalarıyla öğrencileri gözetlenecek, denetlenecek nesneler olarak kurgulayan, üniversiteleri adeta karakol haline dönüştürmeye çalışan zihniyet özgürlüğün, demokrasinin yolunu tıkıyor.

AKP hükümeti YÖK içindeki çoğunluğunu sağlayıp YÖK’ü kendi çöplüğü haline getirdi. Yıllardır kışla mantığıyla yönetilen üniversitelerin Bologna sürecinin bir parçası olarak piyasaya tam entegre şirket üniversiteleri olma özelliği de hızla yayılıyor. Bologna sürecinde tüm ana kararlara küresel sermaye örgütleri katılmakta ve ilgili ülkelerin bakanlar kurulunda bu kararlar uygulamaya uyumlu hale getirilmektedir. Bu durum demokratik katılımın fazlasıyla yetersiz olduğu üniversitelerde katılım kanallarını sonuna kadar kapamaktadır. AKP hükümetinin de planladığı, YÖK ve rektörlerde merkezileşen yetkilerin mütevelli heyetleri üzerinden artırılarak sürdürülmesidir. Hükümetin özerklik, demokratik üniversite diyerek kastettiği budur.

Ticari zihniyetin egemen olduğu bir üniversitenin değil akademik kaygıların ön planda tutulduğu; özgürlüğün, eşitliğin, üretkenliğin, katılımcı ve şeffaf bir yönetim anlayışının hâkim olduğu bir üniversite mümkündür. Bunun için YÖK’ün revize edilmesi yeterli değildir. Üniversitelerin demokratik bir yapıya kavuşturulması için YÖK kalkmalı, yerine katılımcı bir biçimde yönetilen koordinasyon edici bir kurul oluşturulmalıdır.

Öğrencilerin yükselttiği taleplere kulak verdiğimizde onların hükümetten de, üniversitelerin darbeci zihniyetin ebedi yuvaları olarak kalmasında ısrar edenlerden de çok farklı bir yerde olduklarını görmek mümkün. Parasız, akademik, nitelikli eğitim talep eden, anadilinde eğitim alamayan, başörtüsü üniversiteye girişinde problem olmaya devam eden, cinsel tercihinden dolayı ayrımcılığa uğrayan/ötekileştirilen, YÖK’ün kaldırılmasını isteyen öğrenciler, ‘özerk, demokratik bir üniversite istiyoruz’ diyor.

Özerk, bilimsel, demokratik bir üniversite inşasının gerçek zemini, kampüslerde 12 Eylül zihniyetinin mağduru olan, türlü ayrımcılığa uğrayan bütün öğrenci kesimlerinin eşitlik ve özgürlük paydasında mücadelesinden geçiyor.

Bugün ihtiyacımız olan toplumun bir kesimini düşüncelerinden, kılık kıyafetinden, inancından, cinsel tercihlerinden dolayı ötekileştirmeden/yaftalamadan , gençliğin hak, sorun ve ihtiyaçları temelinde ortak, kitlesel mücadelesidir.

Türkiye’de ya ‘işgücü’, ya ‘potansiyel tehlike’ ya da ‘gelecek’ olarak görülen bizlerin kamusal alanda özerk, aktif yurttaşlar haline gelmemizi sağlamayı, özne pozisyonuna geçebilmemizi başarabilmeyi dert edinen bir siyasetin gelişmesini ve güçlenmesini sağlayabiliriz.

Gençliğin güncel sorunlarına çözümler sunmayı merkezine alarak paralı eğitime itiraz eden, üniversitede katılım ve demokrasi isteyen, anadilinde eğitim almak isteyen, başörtüsüyle üniversiteye özgürce girebilmek ve ayrımcılığa uğramamak isteyen öğrencilerin taleplerini birleştirebilecek, her dört üniversite mezunundan birini işsiz bırakarak gençliği geleceksizleştiren politikalara karşı eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyaseti büyütmek, üniversiteye dair hemen sıralayabileceğimiz pek çok sorunun çözümü için gerçek anahtar olacaktır.


(7 Ocak Cuma günü gerçekleştirilen Üniversite Konferansı'na İstanbul Üniversitesi'nden Fikri Sönmez'in sunduğu tebliğdir.)





3 Ocak 2011 Pazartesi

Ufuk Uras ile Söyleşi: 'Çok dilli eğitim, çok kültürlü yaşam'

           
İstanbul Milletvekili Ufuk Uras ile söyleşi:
'Çok dilli eğitim, çok kültürlü yaşam'

Tarih: 7 Ocak Cuma - 19.00
Yer: Süslü Saksı Sokak, No: 22/2

İletişim için:
iletisim.edpgenc@gmail.com

EDP Genç İstanbul